Selçuklu Fotoğraf Sanatı Derneği

 

 

HATAY GEZİSİ
21-22-23 Nisan 2012

 

Güneyin incileri bizi bekliyordu. Biz bu güzelliklerden Hatay’ı, Samandağ’ı kendimize seçmiş bulunuyor ve 28 kişilik sıcak dostluklarla yola koyuluyorduk.Sabahın ilk ışıkları gözlerimizdeki yorgunluğu alırken biz Beyaz Muhteşem’e (!) varmıştık.

Herkes bu muhteşem yerde denizi ve dalgaları bulmuştu bence. Odalara yerleştikten sonra güne Samandağ’ın lezzetli tatları ile başlamıştık... Humus, zeytin salatası, biber salçalı soğan, otlu peynirli çeşitler…

Artık karnımız da doyduğuna göre deklanşörlere basma vakti diyerek aracımızda yerlerimizi almıştık.

 

  

 

İlk durağımız tarihi dokusu ile bizi büyülen Antakya oldu. Antakya’nın bizi yıllar öncesine götüren Affan Kıraathanesi kültürlerin buluştuğu duraklarından biriydi adeta. Tadına doyamadığımız sohbetler eşliğinde kendimizi uzun çarşıda bulduk. Tarihin bir oyunuydu bu, her yer rengarenk, insanlar içten, sıcak…

 

  

 

Habibi Neccar Camii bizi büyüledi, adeta ipek kumaşlar sardı benliğimizi. Defne kokusunu hala hissedebiliyorum, sabunlarda hapsedilmiş yemeklerle nakşedilmiş bu duygularla Kasap Aydın’da bulduk kendimizi ama tepsi kebabının lezzeti ile tekrar kaybettik. Sonra yüzyıllık Çınar Altı Künefecisi Yusuf Usta’da künefelerimizi yerken işte Hatay’dayız diyorduk. Tatlara inatçasına onları belki de hapsetmek niyetiyle sokakların sıcaklığı muhteşem güzellikleri içinde kaybolurken bizler yorgun ayaklarımızla kendimizi bir sonraki güne bıraktık.

 

 

İkinci günümüz Samandağ’da denize merhaba diyerek başladı. Dervişhan Restaurant’daki kahvaltı gerçekten işte şimdi beyaz ve muhteşemdi. Yöre lezzetleri sırayla önümüze serpiştiriliyordu. Rehberimiz İsmail Bey’in eşliğinde önce Saint İlyas Kilisesi’ndeki Pazar ayinini fotoğrafladık. Şanslıymışız ki vaftiz törenini fotoğraflama imkanına da sahip olduk. Daha sonra ise Asi Nehri kıyılarında yetişen kamışlardan ney yapımını gördük. Neyin ipeksi sesi kulağımızın pasını temizledi.

 

  

 
 

Birçok dinin bir arada yaşaması ve kültürler buluşması içerisindeki tam uyum bizi şaşırtmıştı. Demek ki insanlar bu şekilde de sorunsuz ve kardeşçe yaşayabilmekteydi. İşte ülkemizin güzellikleri diyerek yolculuğumuza Musa Ağacı denilen Hz. Musa’nın asası olduğuna inanılan Hıdır Bey Köyü’ndeki devasa ağaç ile devam ettik. Vakıflı Ermeni Köyü’nde verdiğimiz kahve molasının ardından az ilerideki Türkmen Köyü’ne yol aldık. Köydeki tarihi kilisenin üzerine yapılan camii gezimizi farklı bir boyuta taşıdı. Ancak kilisenin harap hali tarihimize yeteri kadar değer vermediğimizi haykırıyordu. Ayşe ninenin saf, temiz, sıcak hali hepimizi kendine çekti. Yoksulluğu iliklerimize kadar hissettik. Tekrar döndüğümüz Musa Ağaç’ının devasa gölgesinde içilen çaylar, yenilen gözlemelerden sonra yönümüzü Harbiye’ye çevirdik. Sıcak, bunaltıcı yaz günlerinde nefes alınabilecek bir cennet parçası. Her yerden su fışkırıyor, insana yaşama sevinci veriyor.

 

  

Akşam yemeği için Hatay, Anadolu Lokantası’na girince hele yemek listesini elimize alınca bir sanatçı edasıyla siparişlerimizi verdik. Hangisini sayalım, oruk, taratur, humus, ortası kıymalı çiğ köfte, şato, tepsi kebabı, kağıt kebabı, künefe, künefe, künefe… Kabak tatlısına da haksızlık etmeyelim. Sanırım biraz abarttık. Ama olsun değer.

 

3.güne yelken açmak ümidiyle uyanırken, günü Dervişhan'da açtık. Biraz turist havasına girip Titus Tüneli, Beşikli Mağarası gezileri günlük sporlarımızı yapmamıza vesile oldu. Hatay gezimizin en önemli kısmı olan alışveriş adeta görev addedilip, yarış başlamıştı. Tabiki kazanan yarışçılar değil esnaf olmuşu.

 

  

 

Artık bu güzellikleri bırakmak zorunda kalacağımız için hüzünlenirken geçirdiğimiz güzel anları hafıza kartlarımıza aktarmanın tesellisini hissediyorduk. Tatlı yorgunluğumuzu unutarak bir sonraki gezileri hayal etmeye başlamıştık bile.

Emine ERDEM