Selçuklu Fotoğraf Sanatı Derneği

 

 

AKŞEHİR YÖRÜK ŞENLİĞİ
12 - 13 Haziran 2010

 

Selçuklu Fotoğraf Sanatı Derneği olarak 12–13 Haziran 2010 günlerinde Akşehir İlçesi Cankurtaran Köyü’ne, Akşehir ve Yöresi Yörükleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin (AKYÖRDER) konuğu olarak organize edilen Yörük Şenliği’ ne davet edildik.

Günler öncesinden hazırlıklar yapıldı. Bu, benim ilk fotoğraf çekim gezimdi ve elbette turistik bir geziden farklı olacağını biliyordum. Konya’dan arabalarımızla 07.30’da hareket edecektik. Arkadaşlarımızla buluşma noktamız olan Rixos Oteli’nin karşısına biraz erken gelmiştik. Arkadaşlarımızın bize yetişmesi bahanesiyle de olsa çay içebileceğimiz bir yer var mı diye bakınmaya başladık. Talihsizlik o ki açık bir yer bulamadık. Diğer arkadaşlarımızın da bize yetişmesi için yavaşça Akşehir yoluna çıktık. Bu arada yolda fotoğraf çekim molası da vermeyi ihmal etmedik. Tabii ki hepimizin korkulu rüyası olan elektrik telleri, rengarenk dokusuyla bezeli o güzelim tarlaların çekimine izin vermedi. Nihayet Akşehir yakınlarında kahvaltı yapabileceğimiz bir yer bulduk. Uzun zamandır birbirlerini görmeyen akrabaların, bayramı vesile görmesi gibi bir kaynaşmaydı bizim kahvaltımızda.

Akşehir’e varır varmaz ilk işimiz Öğretmenevine yerleşmek oldu. 10 dakika sonra hepimiz buluştuk ve şehrin içine akıp, fotoğraf çekimlerimize biran önce başlayalım istedik. Akşehir’e gidilir de “Dünyanın Ortası” ziyaret edilmez mi? Tabii ki gezimize Nasreddin Hoca’nın türbesini ziyaret ederek başladık. Hocamızı hepimiz tanırız ama yine de ondan birazcık bahsetmek istiyorum.

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesinin Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.

 

Fotoğraf: Ayşe Demircioğlu

Nasreddin Hoca’nın türbesine yakın, dünyanın ve şehrin merkezinde bir Gülmece Park vardı. Parkın içinde; Nasreddin Hoca’nın “kazan doğurdu”, “bindiğin dalı kesmek” gibi fıkralarını temsil eden heykelleri, ünlü Türk Büyüklerinin büstleri, insanların oturup dinlenebileceği banklar ve de şehrin insanlarının uğrak yeri olduğu belli olan Gülmece Kafe vardı. Nedense gezimiz boyunca, nereye gidersek gidelim buluşma noktamız hep bu kafe oluyordu. Türbeyi ve etrafını fotoğrafladığımız sırada, bizim için AKYÖRDER tarafından gönderilen bir rehberin geleceğini, şehrin içinde deve yürüyüşü yapılacağını haber aldık. Öte yandan biran önce Cankurtaran Yaylasına varmayı, çadırların kuruluşunu fotoğraflamayı istiyorduk. Bir grup arkadaş yaylaya çıktık, diğer grubumuz da deve yürüyüşünü izlemek için şehirde kaldı.

Yayla yolunda elbette durup, güzelim manzarayı da fotoğraflamayı ihmal etmedik. Yayla yolu girişinde mis kokulu çilek satıldığını gördük. Hemen o güzelim çilekten aldık ve hepimiz oracıkta yemeye başladık. Daracık ve kıvrılarak yukarı doğru çıkan yoldan yaylaya ulaştık. Anadolu insanının o sımsıcak sevgi dolu ilgisiyle karşılandık. Öte yandan buz gibi bir rüzgar da bizi karşılayanlar arasındaydı. Çadırların bir kısmı kurulmuş, bir kısmı da yeni kurulmaya başlanmıştı. Kısa bir keşif gezisinin ardından başladık deklanşörlerimize basmaya. Ama bu uzun sürmedi. Bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Tam da burada Nasreddin Hoca’dan bir fıkraya yer vermek istiyorum:

Allah’ın RahmetiYağmurlu bir günde Nasreddin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar:
-Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı? der.  
Zavallı adam eli mahkum sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister :
-Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun, der.
Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der :  
-Ben rahmetten kaçmıyorum sadece Allah’ın rahmetine basmamak için çabalıyorum.

Bizde Allah’ın rahmetine basmamak için hemen bir kıl çadırın altında toplandık. Üç yanı da açık çadırdan yağmurun yağışını, buram buram kekik kokularını içimize çekerek izledik. Yaz yağmuru ne de olsa çabuk bitti.  Çadırını kurmuş aileleri ziyaret ettik, hepsi de o kadar sıcakkanlı insanlar ki, bu sıcaklık fotoğraflarımıza da yansıdı. Hele çorap ören dedemiz nefesinin yettiği kadarıyla türkü bile söyledi ve yün eğiren ninemiz bizi hiç kırmadan istediğimiz şekilde çekim yapmamıza izin verdiler. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ederiz. Bir süre daha yaylada kaldık. Çadırlarının içinde şenlik hazırlığı yapan ailelere yarın tekrar şenlikte görüşeceğimizi belirttikten sonra Akşehir’e döndük. Şehirde kalan diğer grubumuzla tahmin edin nerde buluştuk? Tabii ki Gülmece Parkta.

Fotoğraf: Arzu Çelikten

Gülmece Kafede rehberimizle tanışıp bir süre dinlendikten sonra, Akşehir Evlerini fotoğraflamak için geçmiş yaşamın izlerini taşıyan evlerin bir arada olduğu mekana gittik. Örnek Akşehir evinde Osman Bey, sırayla hepimizin ‘Akşehir Hatırası’ fotoğrafını çekti. Daha sonra tarih kokulu Akşehir evlerinin olduğu dar sokaklara daldık. Akşehir evleri; kerpiç-taş-ahşap malzemeli, ahşap taşıyıcılı, bağdadi duvarlı, elibelindelerin taşıdığı çıkmalı olup, dış duvarları sıvalıdır. Ağaç malzemenin ağırlık verildiği iç mimari, günlük yaşamı düzenleyecek biçimde şekillenmiştir. Bol miktarda dolap, sedir, oyma yüklük bulunmaktadır. Bazı evlerin restore edildiği de gözümüzden kaçmadı.

Evet, bu güzel evlerin bulunduğu sokaklarda fotoğraf çekimlerine o kadar dalmışız ki, grubumuzdan koptuğumuzun farkına varmamışız. İyi ki cep telefonları varmış demeden geçemeyeceğim. Tekrar bir araya geldiğimizde Hıdırlık’ı ziyaret etmeye gittik. Hıdırlık’tan baktığınızda bütün Akşehir’i tepeden görmeniz mümkün. Burada piknik alanları, sıcacık çayınızı yudumlayacağınız, karnınızı doyuracağınız sosyal tesisler var. Hıdırlık ziyaretini yapıp dönerken yolda rastladığımız bir oluktan akan, dağların arasından geldiği aşikar olan buz gibi sudan içip susuzluğumuzu giderdikten sonra otelimize döndük. Sanmayın uyumak için otele döndük. Akşehir Belediye Başkanı Op. Dr. Mustafa Baloğlu akşam yemeğinde bizleri konuk edecekti.

Sayın Baloğlu bizzat kendisi gelip bizleri otelimizden aldı ve Kent Ormanına akşam yemeğine götürdü. Sayın Başkan burada, şırıl şırıl akan Akşehir çayının yanında ve tamamı yapay orman diye tanımladığı ortamda, ailelerin rahatlıkla piknik yapabilecekleri güzel bir alan ve bir tesis oluşturduklarından bahsetti. Başkan yapay ormanın oluşumundan da bahsetti. 1960’lı yıllarda yalnızca bir kişi tarafından orman ağaçları dikilmiş ve geçen 40 yıllık zamanda da Akşehir’e mis gibi temiz havasını sağlayan bu günkü ormanına kavuşturmuş. Kent Ormanındaki bu piknik alanı bir zamanlar köhne, bakımsız, defalarca sel altında kalan ve çöplükten geçilmez bir haldeyken şimdi güzel bir piknik alanına çevrilmiş. Başkanın bu kısa bilgilendirmesinden sonra bol muhabbetli, kahkahalı, orman ağaçlarının arasında, Akşehir çayının minik şelalesinin sesi eşliğinde, yani bu çok şirin mekanda akşam yemeğimizi mükellef bir sofrada yedik. Ana yemek öncesi mis kokulu sıcacık lavaş ekmeklerimize tereyağlarımızı sürdük ve afiyetle mideye indirdik. Sofrada her şey düşünülmüş, ne ararsan vardı. Başkan bizi çok güzel ağırladı ve misafirperverliğinden dolayı Sayın Başkana teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu mükellef yemeğin ardından dinlenmek ve yarınki şenliğe hazır olmak için otelimize döndük.

Sabah kararlaştırdığımız gibi erkenden kahvaltılarımızı yapıp yayla yoluna çıktık. Yaylaya vardığımızda, dünkü gördüğümüzden çok farklı bir hava, güneşin yakıcı sıcaklığı vardı. Yaylada çadırların hepsi kurulmuş, içlerine yüzlerce yıllık kilimler asılmış, eski zamanlarda kullanılan aletler sergilenmiş, dört bir yandan gelen misafirlerle dolmuştu. Sıcak bir hoş geldin karşılamasının ardından bizim için hazırladıkları sergi alanında derneğimiz üyelerinin karma fotoğraf sergisini açtık. Dernek başkanı Mehmet Öncel’in fotoğraf sanatına ve derneğimiz üyelerine gösterdiği ilgi hepimiz için ayrı bir keyifti.

Şenlik devlet büyüklerimizin de gelmesinin ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başladı. Açılış konuşmalarının ardından, halk sanatçıları şarkılar söyledi, oyunlar oynandı, folklor gösterileri yapıldı. Fotoğraf makinelerimiz elimizde kah çadırların içinde kah şenlik alanında çok güzel çekimler yaptık. Bu arada şenlik etkinliklerinden biri olan “en güzel çadır” yarışmasında, şenlik boyunca kullandığımız Şarkikaraağaç Gedikli Köyü Honamlı Yörükleri çadırının birinci seçilmesi bizi çok sevindirdi.

Şenlik alanında gökyüzünü nazlı nazlı süzülen uçurtmalar kaplamıştı. Çocukluğunda uçurtma uçurmayan pek az insan vardır sanırım. İşte ben o nadir insanlardan biriydim. Bu nedenle; ekibimizden bazı arkadaşların biz de uçurtma uçuralım dediğinde, hiç düşünmeden ben de bu keyfe dahil oldum. İnsanın yeniden çocuk olası geldiği o anlardan birini yaşıyorduk adeta. Uçurtmamız o kadar yükseğe çıkıp nazlı bir gelin gibi süzüldü ki… Bu yükseklik bizi iyice coşturdu, ipimize ek yaparak daha da yükseğe gönderdik. Tabii uçurtmamızı rüzgarın kararsız esmelerine karşı zapt etmek oldukça zordu. Ama ekip ruhu hemen devreye giriyor ve zaman zaman imece usulüyle kontrolü sağlıyorduk. Evet, her eğlencenin sonu olduğu gibi bunun da sonu vardı.

Mis gibi kekik kokuları arasında yayla havasını solumak, şehirde ne kadar kirli bir hava soluduğumuzun kanıtı gibiydi. Ama güneşin kavurucu etkisi başımızdaki şapkalara rağmen hepimizin yüzlerini yakmıştı. Öğleden sonra dönüş yolculuğuna hazırlanmaya başladık. Sergimizi toparlayıp, bizi çok güzel ağırlayan ev sahipleriyle vedalaştıktan sonra Akşehir’e oradan da Konya yoluna çıktık. Birkaç arkadaşımız Akşehir’de kaldı. Dönüş yolunda yorgun bedenlerimize rağmen neşemizden hiçbir şey kaybetmemiştik. Sernur Hanım’dan güzel türküler dinledik, fıkralar anlattık. Dönüş yolunda Çavuşçu Gölü’ne uğrayıp flamingoları fotoğraflamak istedik. Maalesef bir tane bile kuş yoktu.

Yorgun ama mutlu olarak Konya’ya döndük. Hakikaten bambaşka bir geziydi benim için. Bir başka gezide buluşmak üzere diyorum ve sözlerimi bir Akşehir türküsünün dizeleri ile noktalıyorum.

ENTARİSİ AKTANDIR

Entarisi aktandır
Aman ne gelirse Hak'tandır
Benzim sararmış solmuş
Oda ağlamaktandır

Yazım kaderim böyle
Zalim babana söyle

Çarşıda gezen oğlan
Aman kakülü güzel oğlan
Babam sana vermiyor
Bin lira kazan oğlan

Asmadan üzüm aldım
Aman annenden izin aldım
Eğer baban vermezse
Damları göze aldım

Derleyen Notalayan: Ali Canlı   Kaynak: Fakçı Mehmet Sarıgül

AKŞEHİR 

Akşehir Helenistik dönemde Phrygia tiranı Philomelos tarafından kuruldu. İlk yerleşim alanı bugünkü kentin kuzey-batısında, Sultan dağının kuzey yamaçlarındaydı. Kent Roma döneminde Philomelium adını aldı. Müslüman Araplar birçok  kez yağmaladıkları kente Belde-i Beyza adını verdiler. Malazgirt Savaşı'nın ardından başlayan Anadolu'nun Türkleşmesi sonucunda Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından alınan kentin bundan sonra adı ve kaderi değişir. Nehçet-ül Menazil'de buraya gelen hükümdarlardan birinin çiçek açmış ağaçlardan esinlenerek "AKŞEHİR" dediği rivayet edilmektedir. Akşehir'in günümüzde sahip olduğu eserlerin pek çoğu Selçuklular zamanında yapılmıştır. Bu dönemde kent zenginleşir ve gelişir. Selçuklu Devleti'nin çökmesiyle önce Eşrefoğulları, sonra da yüz yıl Hamitoğulları kenti yönetir. Beyliklerden günümüze sadece Maarif köyündeki Şeyh Hasan Türbesi ile mezar taşları ulaşır. Akşehir 1381 yılında Murat Hüdavendigar'a satılır. Yıldırım Beyazıt 1402 yılında Timur'a yenilince, Ferruhşah Mescidi'nin cenazelik bölümüne hapsedilir ve burada intihar eder. Timur'un zulmünden bunalan halk, Nasreddin Hoca'yı dirilterek doymak bilmeyen fillerden kurtulmanın çaresini arar. Fetret döneminde kısa bir süre Karamanoğulları eline geçen Akşehir, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467 yılında fethedilir ve cumhuriyete kadar sürecek olan kesintisiz Osmanlı hâkimiyeti başlar. 15. yüzyılın sonlarına doğru çeşitli etnik ve dinsel kökenden gelen kavimlerin barış ve kardeşlik içerisinde bir arada yaşadığı günler başlar.  

Akşehir, ovasında yetiştirilen tahıl, pancar, elma, kiraz ve vişnesi; gölünden çıkarılan balıkları ve hareketli sosyoekonomik yapısıyla bölgenin merkezidir. Sart’tan başlayarak Ninova'ya kadar uzanan ve tarihte "Kral Yolu" olarak bilinen ünlü ticaret yolunun geçtiği kent günümüzde de aynı önemi korumaktadır.

Dünyaca ünlü Nasrettin Hoca gibi ince ve kıvrak zekaya sahip bir dahi yetişmiştir. 1959 yılından beri her yıl anısına 5–10 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri, hem Nasreddin Hoca gibi evrensel bir kimliğin tanıtılmasında, hem de farklı kültürlerin bir araya gelmesinde etkin bir rol oynamaktadır.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Roma döneminde kalesi ve hamamı önemliydi. Anadolu Selçukluları döneminde gelişen kentte, günümüze ulaşanların dışında, kaynaklardan bilinen Kadıizzettin Medresesi(XIII. yy.), Nasreddin Hoca Medresesi (XIII. yy.), Şifahane (XIII. yy.), Emiryavi Medresesi (XIII.yy.) vardı. Ulu Cami'nin yapım tarihi bilinmiyor, ancak 1213'te yaptırılan minaresinden önce var olduğu kesindir. Yapı Alaattin Keykubat (I) zamanında onarılıp genişletildi. Altunkalem mescidi (1223), Güdük Minare mescidi (1226, mimarı Mesut bin Abdullah), Küçük Ayasofya mescidi (1235), Kileci mescidi (XIII. yy.), Kızılca mescit (XIII. yy.) Anadolu Selçuklu mimarlığının taş ve tuğla işçiliği yanı sıra, taş bezeme, çini mozaik süsleme açısından ilginç örnekleridir. Fahrettin Ali Sahipata külliyesi'nden (1250) Taş medrese olarak bilinen yapı, mescit ve türbe günümüze ulaştı. Seyyit Mahmut Hayrani Zaviyesi’nin yapılarından olan Ferruhşah ya da Mahmut Hayrani Mescidi’ni Kuluzade Ferruhşah yaptırdı (1224).1268 tarihli türbe, Karamanoğlu Mehmet (II) zamanında onarıldı (1409). Ahşap isçiliğinin önemli örneklerinden olan kapısı Akşehir Müzesi’nde, ahşap sandukalar İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi'ndedir. Şeyh Hasan Türbesi (1370) taş isçiliğiyle dikkat çeker. Kaymakam Şükrü Bey'in yaptırdığı(1905) Nasreddin Hoca türbesinin ortadaki ana türbe bölümü eskidir.

ULAŞIM

Akşehir, Orta Doğuyu Avrupa'ya bağlayan kara ve demiryolu üzerinde kurulmuş olmasıyla merkezi bir yerdir. Konya'ya 135 km, Afyon'a 94 km, Ankara'ya 260 km, İstanbul'a 523 km, İzmir'e 430 km, Antalya'ya 400 Km ve Adana'ya 483 km uzaklıktadır.

Ayşe DEMİRCİOĞLU