Sabah kararlaştırdığımız
gibi erkenden kahvaltılarımızı yapıp yayla yoluna
çıktık. Yaylaya vardığımızda, dünkü gördüğümüzden
çok farklı bir hava, güneşin yakıcı sıcaklığı vardı.
Yaylada çadırların hepsi kurulmuş, içlerine yüzlerce
yıllık kilimler asılmış, eski zamanlarda kullanılan
aletler sergilenmiş, dört bir yandan gelen
misafirlerle dolmuştu. Sıcak bir hoş geldin
karşılamasının ardından bizim için hazırladıkları
sergi alanında derneğimiz üyelerinin karma fotoğraf
sergisini açtık. Dernek başkanı Mehmet Öncel’in
fotoğraf sanatına ve derneğimiz üyelerine gösterdiği
ilgi hepimiz için ayrı bir keyifti.
Şenlik devlet
büyüklerimizin de gelmesinin ardından saygı duruşu
ve İstiklal Marşının okunmasıyla başladı. Açılış
konuşmalarının ardından, halk sanatçıları şarkılar
söyledi, oyunlar oynandı, folklor gösterileri
yapıldı. Fotoğraf makinelerimiz elimizde kah
çadırların içinde kah şenlik alanında çok güzel
çekimler yaptık. Bu arada şenlik etkinliklerinden
biri olan “en güzel çadır” yarışmasında, şenlik
boyunca kullandığımız Şarkikaraağaç Gedikli Köyü
Honamlı Yörükleri çadırının birinci seçilmesi bizi
çok sevindirdi.
Şenlik alanında
gökyüzünü nazlı nazlı süzülen uçurtmalar kaplamıştı.
Çocukluğunda uçurtma uçurmayan pek az insan vardır
sanırım. İşte ben o nadir insanlardan biriydim. Bu
nedenle; ekibimizden bazı arkadaşların biz de
uçurtma uçuralım dediğinde, hiç düşünmeden ben de bu
keyfe dahil oldum. İnsanın yeniden çocuk olası
geldiği o anlardan birini yaşıyorduk adeta.
Uçurtmamız o kadar yükseğe çıkıp nazlı bir gelin
gibi süzüldü ki… Bu yükseklik bizi iyice coşturdu,
ipimize ek yaparak daha da yükseğe gönderdik. Tabii
uçurtmamızı rüzgarın kararsız esmelerine karşı zapt
etmek oldukça zordu. Ama ekip ruhu hemen devreye
giriyor ve zaman zaman imece usulüyle kontrolü
sağlıyorduk. Evet, her eğlencenin sonu olduğu gibi
bunun da sonu vardı.
Mis gibi kekik kokuları
arasında yayla havasını solumak, şehirde ne kadar
kirli bir hava soluduğumuzun kanıtı gibiydi. Ama
güneşin kavurucu etkisi başımızdaki şapkalara rağmen
hepimizin yüzlerini yakmıştı. Öğleden sonra dönüş
yolculuğuna hazırlanmaya başladık. Sergimizi
toparlayıp, bizi çok güzel ağırlayan ev sahipleriyle
vedalaştıktan sonra Akşehir’e oradan da Konya yoluna
çıktık. Birkaç arkadaşımız Akşehir’de kaldı. Dönüş
yolunda yorgun bedenlerimize rağmen neşemizden
hiçbir şey kaybetmemiştik. Sernur Hanım’dan güzel
türküler dinledik, fıkralar anlattık. Dönüş yolunda
Çavuşçu Gölü’ne uğrayıp flamingoları fotoğraflamak
istedik. Maalesef bir tane bile kuş yoktu.
Yorgun ama mutlu olarak
Konya’ya döndük. Hakikaten bambaşka bir geziydi
benim için. Bir başka gezide buluşmak üzere diyorum
ve sözlerimi bir Akşehir türküsünün dizeleri ile
noktalıyorum.
ENTARİSİ AKTANDIR
Entarisi aktandır
Aman ne gelirse Hak'tandır
Benzim sararmış solmuş
Oda ağlamaktandır
Yazım kaderim böyle
Zalim babana söyle
Çarşıda gezen oğlan
Aman kakülü güzel oğlan
Babam sana vermiyor
Bin lira kazan oğlan
Asmadan üzüm aldım
Aman annenden izin aldım
Eğer baban vermezse
Damları göze aldım
Derleyen
Notalayan: Ali Canlı Kaynak: Fakçı Mehmet
Sarıgül
AKŞEHİR
Akşehir Helenistik
dönemde Phrygia tiranı Philomelos tarafından
kuruldu. İlk yerleşim alanı bugünkü kentin
kuzey-batısında, Sultan dağının kuzey
yamaçlarındaydı. Kent Roma döneminde Philomelium
adını aldı. Müslüman Araplar birçok kez
yağmaladıkları kente Belde-i Beyza adını verdiler.
Malazgirt Savaşı'nın ardından başlayan Anadolu'nun
Türkleşmesi sonucunda Kutalmışoğlu Süleyman Şah
tarafından alınan kentin bundan sonra adı ve kaderi
değişir. Nehçet-ül Menazil'de buraya gelen
hükümdarlardan birinin çiçek açmış ağaçlardan
esinlenerek "AKŞEHİR" dediği rivayet edilmektedir.
Akşehir'in günümüzde sahip olduğu eserlerin pek çoğu
Selçuklular zamanında yapılmıştır. Bu dönemde kent
zenginleşir ve gelişir. Selçuklu Devleti'nin
çökmesiyle önce Eşrefoğulları, sonra da yüz yıl
Hamitoğulları kenti yönetir. Beyliklerden günümüze
sadece Maarif köyündeki Şeyh Hasan Türbesi ile mezar
taşları ulaşır. Akşehir 1381 yılında Murat
Hüdavendigar'a satılır. Yıldırım Beyazıt 1402
yılında Timur'a yenilince, Ferruhşah Mescidi'nin
cenazelik bölümüne hapsedilir ve burada intihar
eder. Timur'un zulmünden bunalan halk, Nasreddin
Hoca'yı dirilterek doymak bilmeyen fillerden
kurtulmanın çaresini arar. Fetret döneminde kısa bir
süre Karamanoğulları eline geçen Akşehir, Fatih
Sultan Mehmet tarafından 1467 yılında fethedilir ve
cumhuriyete kadar sürecek olan kesintisiz Osmanlı
hâkimiyeti başlar. 15. yüzyılın sonlarına doğru
çeşitli etnik ve dinsel kökenden gelen kavimlerin
barış ve kardeşlik içerisinde bir arada yaşadığı
günler başlar.
Akşehir, ovasında
yetiştirilen tahıl, pancar, elma, kiraz ve vişnesi;
gölünden çıkarılan balıkları ve hareketli
sosyoekonomik yapısıyla bölgenin merkezidir.
Sart’tan başlayarak Ninova'ya kadar uzanan ve
tarihte "Kral Yolu" olarak bilinen ünlü ticaret
yolunun geçtiği kent günümüzde de aynı önemi
korumaktadır.
Dünyaca ünlü Nasrettin
Hoca gibi ince ve kıvrak zekaya sahip bir dahi
yetişmiştir. 1959 yılından beri her yıl anısına
5–10 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen
Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri,
hem Nasreddin Hoca gibi evrensel bir kimliğin
tanıtılmasında, hem de farklı kültürlerin bir araya
gelmesinde etkin bir rol oynamaktadır.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Roma döneminde kalesi ve
hamamı önemliydi. Anadolu Selçukluları döneminde
gelişen kentte, günümüze ulaşanların dışında,
kaynaklardan bilinen Kadıizzettin Medresesi(XIII.
yy.), Nasreddin Hoca Medresesi (XIII. yy.), Şifahane
(XIII. yy.), Emiryavi Medresesi (XIII.yy.) vardı.
Ulu Cami'nin yapım tarihi bilinmiyor, ancak 1213'te
yaptırılan minaresinden önce var olduğu kesindir.
Yapı Alaattin Keykubat (I) zamanında onarılıp
genişletildi. Altunkalem mescidi (1223), Güdük
Minare mescidi (1226, mimarı Mesut bin Abdullah),
Küçük Ayasofya mescidi (1235), Kileci mescidi (XIII.
yy.), Kızılca mescit (XIII. yy.) Anadolu Selçuklu
mimarlığının taş ve tuğla işçiliği yanı sıra, taş
bezeme, çini mozaik süsleme açısından ilginç
örnekleridir. Fahrettin Ali Sahipata külliyesi'nden
(1250) Taş medrese olarak bilinen yapı, mescit ve
türbe günümüze ulaştı. Seyyit Mahmut Hayrani
Zaviyesi’nin yapılarından olan Ferruhşah ya da
Mahmut Hayrani Mescidi’ni Kuluzade Ferruhşah
yaptırdı (1224).1268 tarihli türbe, Karamanoğlu
Mehmet (II) zamanında onarıldı (1409). Ahşap
isçiliğinin önemli örneklerinden olan kapısı Akşehir
Müzesi’nde, ahşap sandukalar İstanbul Türk İslam
Eserleri Müzesi'ndedir. Şeyh Hasan Türbesi (1370)
taş isçiliğiyle dikkat çeker. Kaymakam Şükrü Bey'in
yaptırdığı(1905) Nasreddin Hoca türbesinin ortadaki
ana türbe bölümü eskidir.
ULAŞIM
Akşehir, Orta Doğuyu
Avrupa'ya bağlayan kara ve demiryolu üzerinde
kurulmuş olmasıyla merkezi bir yerdir. Konya'ya 135
km, Afyon'a 94 km, Ankara'ya 260 km, İstanbul'a 523
km, İzmir'e 430 km, Antalya'ya 400 Km ve Adana'ya
483 km uzaklıktadır.
Ayşe DEMİRCİOĞLU |