| 
			
			
			 
				  
			
				
				YEDİGÖLLER 
				
				
				26 Kasım 2011 
			
				  
			
				
					
						| 
							 Seyyah olduk dolaştık şu 
							âlemi; dondurmak için güzel tek bir kareyi…  | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						| 							 Kasım ayının son hafta sonunda, gece yarısı, Konya’nın 
						olağanca soğuk havasına karşı sıcacık bakıyor bir yığın 
						insan birbirine… Biraz sonra başlayacak olan maceranın 
						başkarakterleriyiz hepimiz. Heyecanlıyız. Uzun bir yol 
						ve bu uzun yol sonunda; güzel ülkemin güzel köşelerinden 
						Bolu -Yedigöller kollarıyla saracak, nice güzelliklerini 
						sunacak ve belki her birimize ayrı ayrı sürprizleri 
						olacak, kim bilir…  | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						| 
							 -Yedigöller yolcusu kalmasın!  | 
					 
					
						 | 
					 
					
						| 
						 
						   | 
					 
					
						 | 
					 
					
						| 
							 
							Gökyüzünden kopup gelen karanlığın içinde ilerlerken 
							biz; en tepemizde ay olağanca ihtişamıyla eşlik 
							ediyordu yolculuğumuza… Bazılarımız şimdiden 
							kaptırıp kendini gecenin dinginliğine, başlamıştı 
							düşlerinde deklanşöre basmalara… Kimimizin sohbeti 
							koyu, sıcacık kahve eşliğinde yeni tanışıklıklar, 
							yeni öğreniler dikkatini çekmekte… 
							 
							Yolculuğumuzda ilk mola yerimiz Ankara makasından 
							hemen önce yer alan, şoförler odasının dinlenme 
							tesisiydi. Tesisin salonuna girdiğimizde tavşankanı 
							çaylar ve hemen köşede istifini bile bozmadan 
							uyumaya devam eden tonton bir kedi karşıladı bizi. 
							Tombulluğu ve tembelliği ile çizgifilm 
							kahramanlarını anımsatıyordu… Masa başında ayaküstü 
							kısa sohbetimize çaylar ve kahkaha eşlik etti.    | 
					 
					
						 | 
					 
					
						
						
							
								
								  | 
							 
							
								| 
									
									Fotoğraf : Ayşe Demircioğlu | 
							 
						 
						 | 
													 Ankara’dan sonra otobandan devam 
							ettik yolculuğumuza. Bu sayede daha hızlı 
							ilerliyorduk artık. Bolu Mengene yaklaştığımızda 
							otobandan Yedigöller’e doğru bir yol sapağından 
							döndük. Toprak yolda hedefimize ulaşmak için 42 km 
							daha yol yapmamız gerekiyordu. Güzel bir dünyaya 
							yolculuk yaptığımız kesinlik kazanmıştı artık. Çünkü 
							yolculuk giderek zorlaşmış, toprak yolda dönüşler 
							keskinleşmiş, yol daralmıştı. Tüm güzelliklerde 
							olduğu gibi, doğal güzelliklerde kendini saklar, 
							ulaşımı zorlaştırırdı elbet. Böylelikle güzelliğine 
							gizem de eklemiş olurdu…  | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						| 							 Ormanlık 
						alanda ilerlerken odun ihtiyacımızı gidermek için beyler 
						teker teker indiler araçtan. Ellerine geçirdikleri odun 
						parçalarını, yine başka bir odun yardımıyla 
						parçalıyorlar ve araca taşıyorlardı. Bizler ise kadın 
						olmanın nimetlerinden faydalanıyor, koltuklarımızda 
						keyifle odunlar savaşını izliyorduk. 
							  | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						
						
							
								
								  | 
							 
							
								| 
									
									Fotoğraf : Ayşe Genç | 
							 
						 
						 | 
						
							 Tamda 
							tahmin ettiğim gibi! Yeryüzünün insanlara armağanı 
							olan bu doğa harikası, ücra bir köşeye, dondurucu 
							soğuğa ve bir yığın yaprağın arasına saklamıştı 
							kendisini. Hepimiz araçtan iner inmez, ellerimizde 
							fotoğraf makinelerimizle vakit geçirmeden 
							bulunduğumuz cennetin keşfine başladık. Tabi bu 
							arada acıkanlarımız da vardı ve bir taraftan da 
							kahvaltı hazırlığı başlamıştı. Beylerin yoldan 
							topladığı odunlar işte burada devreye girdi. 
							Isınmamızı sağlarken çayımızı da demledi canım 
							odunlar… 
							
							Osman Bey ellerinize sağlık! Ne güzel düşünmüşsünüz 
							her şeyi. Tertemiz orman havasını solurken 
							ciğerlerimiz, peynir ve yumurtadan oluşmuş ekmek 
							arasıyla birlikte çaylarımız da bayram ettiriyordu 
							midemize…  | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						
						
							
								
								  | 
							 
							
								| 
									
									Fotoğraf :  Bengisu Güncü | 
							 
						 
						 | 
						
							 
							Yedigöller hakkında gördüklerimi aktarmayı çok 
							isterdim,ancak bu pek de mümkün değil. Muhakkak 
							gidip görmek ve o güzelim havayı teneffüs etmek 
							lazım ki, anlaşılsın. Yedigöller; kayan kütlelerin, 
							vadilerin  önünü kapatması sonucu oluşmuş. Adı 
							üzerinde yedi adet gölden oluşmaktadır. Bunlar; Sazlıgöl, İncegöl, Küçükgöl, Deringöl, Büyükgöl, 
							Kurugöl ve Seringöl’dür.  
							
							Üçlü beşli gruplar halinde başlıyoruz bu gölleri ve 
							çevresini keşfe... Yedigöller yeni ziyaretçilerinden 
							memnun ki, üzerindeki sis bulutunu kaldırıyor 
							yavaşça ve canlanıyor güneş ışıltılarıyla... Bu 
							sayede tabiatta sarının, yeşilin, kırmızının her 
							rengini görmek mümkün  oluyor. Kimi göller buz 
							tutmuş, kristalden bir mucize gibi parıldıyorlar 
							doğada…  
							
							Her birimiz fotoğraf makinelerimiz ile anları 
							sonsuzlaştırıyoruz. Kimimiz akan küçük şelaleleri 
							sabitlerken karelerinde, kimimiz daldan düşen bir 
							yaprağın peşinde...  | 
					 
					
						|   | 
					 
				 
			 
			
				
					
						| 
						 
						   | 
						
						 
						   | 
						
						 
						   | 
					 
					
						| 
							Fotoğraf 
							: Bengisu Güncü | 
						
							Fotoğraf 
							: Ayşe Demircioğlu | 
						
							Fotoğraf 
							: Ömer Şan Genç | 
					 
				 
				
					
						|   | 
					 
					
						
						
							
								| 
								 
								   | 
							 
							
								| 
								 
									
									Fotoğraf : Çetin Erdem  | 
							 
						 
						 | 
						
							 
							Yedigöller milli parkında insanın iştahına da bir 
							haller oluyor. Midemiz sabah yaptığımız o nefis 
							kahvaltıyı inkâr ediyor. Hep beraber el koyuyoruz 
							öğle yemeğimizi yapmaya... İmece usulü başlıyoruz 
							yine ateş yakıp, menümüzde yer alan hamsileri ızgara 
							yapmaya. Üç koldan pişiriyor, servis yapıyoruz. 7 kg 
							hamsi ve 50 den fazla ekmek doymamızı sağlamıyor 
							anlaşılan ki, ateş üstünde sucuklar da yerlerini 
							alıyordu hemen. 
							Devasa bir ağaç tepesinden, hızlı 
							hareketlerle inen minicik bir sincap, nazlı nazlı 
							pozlar vermeye başlıyor. Koca adamlarız hepimiz 
							ancak, bu sevimli sincap peşinde çocuksu bir 
							coşkuyla başlıyoruz koşmaya…  | 
					 
					
						|   | 
					 
				 
				
					
						
						  | 
						
						  | 
						
						  | 
					 
					
						| 
							Fotoğraf 
							: Vesile Karakaya | 
						
							Fotoğraf 
							: Rukiye Erten | 
						
							Fotoğraf 
							: Ahmet Gebeş | 
					 
					
						|   | 
					 
					
						| 
							 
							Hava hala buz kesiyor. Titriyoruz! Soğuktan kızaran 
							burnumuza, titreyen bacaklarımıza inat koşturuyoruz 
							cennetimizin bir köşesinden diğer köşelerine... 
							Maalesef maceramızın bittiğinin haberini veriyor, 
							güneş güne veda ederken… 
							
							Tüm günün yorgunluğu ve soğuğu ile alıyoruz 
							koltuklarımızda ki yerlerimizi... Günün kârı 
							makinelerimizde ki karelerimize bakıyoruz. 
							Gülümsüyoruz.   
							
							Bengisu GÜNCÜ 
							   | 
					 
				 
				  
				  
				   
 |